“...bu anlayış gerçek düzeni
tersine çevirmekte ve üst yapıyı alt yapının yerine koymaktadır, daha kesin
biçimde söylemek gerekirse , sömürüyü hasır altı edip bir tek baskıyla
ilgilenmekte ya da aynı yanlışın daha ileri bir biçimi olarak, emperyalizmin en
ileri aşaması olarak sunulan tekelci devlet kapitalizmi aşamasında sömürünün
artık kendi özüne,yani baskıya indirgendiğini ya da aradaki ince farkı
hissettirmek istersek, sömürünün pratikte baskı olup çıktığını söylemektedir.”
Louis
Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları
Üst yapı
kurumlarının ve ideolojilerinin nakliyecisi, Althusserci terminolojiyle
taşıyıcısı, küçük burjuvazidir. Althusserci ekol insanların tarihin
protagonisti(ana karakter/baş kahraman) olmamaları anlamında toplumsal
ilişkilerin taşıyıcısı olduklarını söyler. Bu özünde bir hümanizm
eleştirisidir. Hümanist ideolojilerin önermelerini yanlışlamak üzere Althusser
toplumun insanların aralarında kurdukları öznel ilişkilere indirgenemeyeceğini
belirtir. Tarihi kavramanın yolu insanların tabi olduğu nesnel toplumsal
yapıların (sınıf mücadelesi, üretim ilişkileri, ideolojiler) kavranmasından
geçer. Taşıyıcı kavramı, özneliği dışarıda bırakmakla yerinde görünse de hamil,
yani elinde bulunduran anlamına da gelmesiyle bir şeyin bir yerden başka bir
yere nakledilmesini anlatmaktan çok o şeye yataklık etmeyi ifade eder
görünmektedir. Oysa ki taşıyıcı toplumsal yatıştırıcı ve yapıştırıcı anlamında
Gramsci’nin deyimiyle “ortak ideoloji”nin ve bunun ayrı ayrı bileşenlerinin
sadece etkileneni olmak anlamında hamili değil aynı zamanda bu ideolojilerin
yayıcısıdır. Örneğin öğretmen burjuva eğitiminin(ve her türlü ideolojik
işleviyle o eğitimin müfredatının), doktor burjuva tıbbının, memur (belki bir
avukattan daha çok) burjuva hukukunun yayıcısı ya da şimdilik kullanmayı uygun
gördüğümüz terimle nakliyecisidir.
Bu noktada
dikkat edilmesi gereken yukarıda sayılan meslek gruplarının tamamının küçük
burjuva unsurlar olduklarıdır. Althusserci taşıyıcı kavramı ve nakliyeci terimi
bu noktada da farklılaşmaktadır. Zira Althusser ve ekolü taşıyıcıyı net bir
sınıfsal ayrıma tabi tutmaz ve tersinden
bir hümanizmle insan kavramsallığı üzerinden tekil kişilerin ideoloji
taşıyıcısı oldukları savıyla taşıma işlevini gücül anlamda herkese ya da en iyi
olasılıkla bütün toplumsal sınıflara
yüklerken nakliyeci nakliyeciliğin toplumsal doğası gereği küçük burjuva
olmak zorundadır.
Soru
nakliyeciliğin toplumsal doğasının ne olduğudur. Nakliyeci, aynı anlama gelmek
üzere küçük burjuva artı değer yaratmamakla “üretim-dışı”dır. Burjuvazi ve
proleteryaya karşıt olarak yer aldığı bu konum dolayısıyla küçük burjuva halkın
pek yerinde tabiriyle her devrin adamıdır. Toplumsal bir kategori olarak emeğin
sosyalizasyonu iktisadi aynada üretim güçlerinin gelişimi olarak yansır. Üretim
güçleri gelişir, üretim ilişkileri dönüşürken bu süreçten ekonominin
belirleyici düzleminde,yani son kertede, hemen hemen hiç etkilenmeyen (feodal dönemin orta sınıfı olan burjuvazi
hariç tutulmak kaydıyla) orta sınıftır. Örneğin bir doktor, bir öğretmen, bir
memur, sınıflı toplumun her tarihsel aşamasında bulunabilir. Üretim tarzının
değişmesi hakim sınıfın toplumsal paradigmalarına tabi olmak dışında seçeneği
bulunmayan bu sınıf üzerinde ideolojik etkileri dışında yaşamsal (ve yapısal)
anlamda hiçbir etki bırakmaz. Bu sınıfın mensupları içinde siyasal rejime
muhalefet edenler ya sömürünün baskıya dönüştüğünü, mensup oldukları sınıfın
nicel büyümesinin işçi sınıfının politik etkinliğini kıracak ölçüye ulaşıp yine
bu sınıfın ideolojik ya da fiili öncülüğünü geçersizleştirecek bir nitel
sıçrama aşamasına geldiğini, böylelikle ideolojik ve fiili öncülüğün
kendilerine geçtiğini ya da orta sınıf kavramsallığının burjuva ideologlarının manipülasyonun sonucu
olan teorik bir yanılsama olduğunu, böyle bir sınıfın artık varolmadığını,
dolayısıyla, örneğin yukarıda sayılan meslek gruplarının Derridavari yapı-sökümcü bir bakış açısıyla artık
sınırları belli bir sınıfa dahil edilemeyeceğini ancak burjuvazi ordusunun
astsubayları olarak görülebileceklerini iddia eder. Her iki yaklaşımın da
politik-pratik gerekçeleri anti-devrimcilik ve hakim sınıfın hakim
ideolojisinin nakliyeciliğini üstlenme parantezine alınabilir. Bu gerekçelerin
değerlendirilmesine geçmeden önce nakliyeci sınıfın analizini özet olarak
tamamlamakta yarar var.
Öncelikle
belirtilmesi gereken sınıfın salt ekonomik bir kategori olarak
değerlendirilemeyeceğidir. Yukarıda sözü edilen yaklaşımlardan ikincisi
burjuvaziyi değerlendirirken gösterdiği cömertliği küçük burjuvazi için
göstermez ve sorunsalının bekası gereği onu toplumdaki iktisadi ilişkiler
düzlemine hapseder. Böylelikle bakkalın tarihe karışması, demircinin,
turistlerin para karşılığı sırtına bindikleri deve türünden bir hatıra
fotoğrafı nesnesine dönüşüp sosyo-ekonomik etkinliğini yitirmesi küçük
burjuvazinin yok olması anlamına gelir. Bu yaklaşıma göre küçük burjuvazi esnaf
ve küçük tüccardan mürekkeptir. Tersine orta sınıfın giderek hacimlendiğini
savlayanlar da bu sınıfın proleterleştiğini söyleyerek aynı ekonomizmi
sürdürmektedir(Avukatlar, doktorlar, mühendisler, memurlar, öğretmenler gibi
meslek gruplarını bu grupların sosyal hak mücadeleleri bağlamında işçi
sınıfının doğal müttefiki olarak görenler işçi sınıfının ekonomik mücadelesiyle
de ortaklaşılması gerektiğini, bu ikili
mücadelenin bileşenlerinin(sosyal ve ekonomik haklar) zaten hemzemin
olduklarını söylerken bilinçli ya da bilnçsiz bir tahrifat içindeler. Zira işçi
sınıfının asıl yaşamsal mücadelesi olan politik mücadele bu tabloda kendine yer
bulamamaktadır. Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar hiçbir surette hemzemin
değildir. Sosyal haklar örneğin SSGSS düzleminde düşünüldüğünde temelde
devletle göbek bağı bulunan kesimleri ilgilendirmektedir; sosyal anlamda
kaybetmekten imtina edecekleri hakları bulunanlar bunlardır. Bu kesimin
temsilcilerince memurun artık eski memur olamayacağı her yerde serzeniş konusu
edilmektedir. Diğer taraftan “sosyal haklar” kavramsal olarak hiç değilse
burjuva hukuku düzleminde karşılığını bulsa da ekonomik haklar lafzı tastamam
totolojidir ve sömürüyü gizlemeye yöneliktir. Bu bilim-dışılık, Anayasa
Mahkemesinin sosyal devlete ilişkin çeşitli tanımlamalarında emek-sermaye
dengesini sağlamaktan sözedilmesiyle örneğini bulur. Emek-sermaye dengesi denen
mistifikasyon gerçekten de sosyal devletin temelidir ve bu dengeyi kuran unsur
işçi sınıfı değil küçük burjuvazidir. Hakim ideolojinin etkilerine elbette
proleterler de maruz kalabilir ve Althusser’in verdiği örnekle sözgelimi bir
mühendis olmadan işlerin yürüyemeyeceğini, dolayısıyla müdür, mühendis gibi
küçük burjuva unsurların daha kıymeti haiz olduğunu düşünebilir ancak son
tahlilde bu ideolojinin yeniden üretimini yıkacak dinamik devrimci güç sınıf
mücadelesinin kendisidir ve işçiler bu mücadelenin doğal neferleridir. Salınım
halinde bir toplumsal mevcudiyeti bulunan küçük burjuvazi bu mücadelede safını
nesnel yapılara olan tabiyeti dolayısıyla konjonktürel olarak
bulur.).Birinciler önsel olarak küçük burjuvaziyi büyük burjuvazinin safına
atıp baskıya(zulme) kör bakmakta, ikincilerse bu sınıfı genel bir halk-emekçi
soyutlaması içinde çözüştürüp orta sınıfın kimi mensuplarına bir parti ya da
örgüt kimliği vererek onları (kendilerini komünist ilan eden partiler türünden)
proleter ilan etmektedir.
Küçük
burjuvaziye ilişkin sınıfsal tanımlamanın ekonomist biçimi toplumun bir
bölümünün sömürüden payını alabilmek üzere yetiştirildiği, buna yönelik spesifik bir eğitim aldığı yani
kısaca “meslek” sahibi olduğunu unutmaya ya da hiç görmemeye meyillidir. Meslek
meşgale ya da uğraş değildir. Sözcük batı dillerinde (İng. ve Fr. profession,
Lat. professio) belli bir kalifikasyon gerektirmek anlamında profesyonellik
sözcüğüyle aynı kökten gelir. Türk Dil Kurumu sözlüğü de mesleği “belli bir
eğitim ile kazanılan sistemli bilgi ve becerilere dayalı...iş” olarak
tanımlamaktadır. Bu, meslek sahibinin yaşam pratiğinin işçininkiyle arasındaki
yarığın birincisinin belli bir formasyon
sahibi olmasıyla açıldığını ifade eder.
Zanaatçılar dışarıda tutuldukta, işçi ile emekçi yani çalışan arasındaki fark,
çalışmanın en temel şeklinin, (işçinin aksine) maddenin biçim değiştirmesi
eyleminde bulunmak değil ya birine maddeyi değiştirmesi yönünde talimat vermek
ya da belki son söyleneni de kapsamak üzere maddenin (ya da maddi ilişkilerin)
(fiziki, hukuki, pedagojik vs.) bilgisini (ya da işlevini) dolaylı ya da
dolaysız paraya tahvil etmek olmasıdır. İşçi ile emekçi ya da meslek sahibi
arasındaki ontolojik yarığı açan “formasyon” bu noktada işlerlik alanı bulur.
Çalışmak maddeyi (maddi olanı) pazarlamaktır. Bu çalışanın(emekçinin ya da
meslek sahibinin) bir pazara nesnel olarak gereksindiği anlamına gelir. Ancak
maddeyi değiştiren (ve zanaatkardan farklı olarak, onun nihai ürünle
toplumsal-psikolojik-ekonomik hatta ideolojik düzeylerde kurduğu bağları kurması
olasılığı bulunmayan) işçinin pazardaki yeri bir zorunluluğun neticesidir. İşçi
için pazar işgücünü satmak zorunda kaldığı bir hapishaneyken emekçi için ekmek
kapısı ya da sınıf içi konumuna göre teknesidir. Kapı ya da tekne;
emekçi-meslek sahibi pazarın yasalarının işlemesine bir biçimde muhtaçtır ancak
tekelci kapitalizm döneminde bu yasaların dönüp dolaşıp onu da vurabileceğini
ve ol sebepten rehabilitasyona tabi tutulabilirliğinin bir gereklilik olduğunu
ideolojik planda kabul eder.
M. Ocakçı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder