Osman Karahan ağabeyimizin Halep'ten şehadet haberi geldiğinde, bir köşe yazısıyla biraz olsun içimi dökmek istemiştim...
Gecikmeli de olsa, fırsatını yakaladığım bu anda biraz olsun şehid ağabeyim ile ilgili duygularımı, özelde de minnet ve şükran duygularımı dile getirmek istiyorum.
4 Aralık 2004 tarihinde akşam vakti Kandıra F Tipi tarihinde cezaevinden tahliye olmuştum. Kandıra-İzmit üzerinden İstanbul Harem otogarına gelmiştim, tahliye olduğumuzu öğrenen dostlar, kardeşler otogara gelerek karşılama yapmışlardı. Bu sırada Cihan haber ajansında çalışan Fatih kardeşimiz de kamerası ile gelmiş sorular sormuştu.
“8 yıl yattıktan sonra tahliye oldunuz, ilk duygularınızı alabilir miyiz?” şeklindeki sorusuna verdiğim cevapta özetle şöyle demiştim:
“Ben cezaevine girdiğimde Lübnan’dan Şehid Abbas Musavi’ler, Filistin’den Şehid Fethi Şikaki’ler ve Şehid Yahya Ayyaş’ların kanları vardı gözlerimin önünde. Bu kanları gördükçe siyonist düşmanla mücadele azmimiz daha da artıyordu. Özgür Kudüs davamızın meşalesiydi bu aziz şehidlerimiz. Ama şimdi burada bu aziz şehidlerimizin yanı sıra Şehid Ahmed Yasin’lerin, Şehid Abdulaziz Rantisi’lerin, Şehid Salah Şehade ve Şehid Ebu Şeneb’lerin kanları geliyor gözlerimizin önüne. Bu kanların hesabını sormaktan, Siyonistlerin ayak bastığı her yeri onlara cehenneme çevirmekten başka bir düşüncem ve arzum yoktur. Siyonistler ve onun baş destekçisi Amerika şunu iyi bilmeli ki, bizim savaşımız sadece Filistin topraklarında ve etrafında sürmeyecek. New York’undan Washington’una, Kaliforniya’sından Teksas’ına Amerikan kentleri İslam’ın tokadıyla sarsıldığında bunu o zaman daha iyi anlayacaklardır. 11 Eylül’leri mumla arayacaklar.”
Bunun üzerine orada bulunan Emine Şenlikoğlu ablamız, bir anne Mihribanlığı ile, “kardeşim daha yeni çıktın, az mı acı çektik. Şimdi biraz dur da, tekrar içeri girme bari” derken bir başka kardeşimiz “Nureddin El Kaide ağzıyla niçin konuşuyorsun?” diye itirazını bildirmişti…
Günler geçmeye başlamıştı. “Sakıncalı Piyade” olarak görüldüğümün farkındaydım. Bazı dostlara bunu sorduğumda, benim “El kaide üslubu”yla hareket ettiğimden dolayı bana mesafe konulduğunu söylemişlerdi. Bazıları da “Nureddin içerden El Kaideci olarak çıktı” bile diyordu…
Demek ki, Harem otogarında karşılaştığım uyarı ve itiraz daha sonraki günlerde de karşıma çıkacaktı…
Aslında bunun biraz öncesi de vardı....
Cezaevinde bulunduğum sırada İstanbul’da sinagoglara, İngiliz Elçiliği ve İngiliz Bankasına bombalı saldırılar düzenlenmesi üzerine, İslami kamuoyunda ve yayın organlarında, bu eylemlerin bir “terör” olduğu ileri sürülerek, ortak telin ve kınama açıklamaları yayınlanıyordu.
Bu durumdan rahatsız olmuş ve yaklaşık 17 sayfalık bir yazı yazarak Haksöz dergisine göndermiştim. Çünkü dergi kapaktan bu eylemleri “terör” olarak tanımlamıştı, ben de Kur’an’daki cihad ayetleri ışığında bunun aksini savunmuştum….
11 Eylül konusunda da benzer tartışmalar içine girmiştik…
Tahliye olmamızın üzerinden bir iki ay geçmiş, Fatih Akdeniz caddesi üzerinde bir ofis açmış dernek ve internet sitesi çalışmalarına başlamıştık.
Daha önce kendisiyle tanışmadığım Avukat Osman Karahan ile bu dönemde tanışmıştık. Bizim ofis giderlerimiz için de maddi yardımda bulunmuştu. Birlikte çalışmak için bazı projeleri gündeme getirmiş, özellikle şehidlerin ve cezaevlerinde olan kardeşlerimizin aileleri ile dayanışma amacıyla bir dernek kurma projesi üzerinde duruyorduk.
Fatih Fevzi Paşa caddesi üzerinde bir ofis kiralandı ve İHADER’in kuruluş süreci başladı. Ben de bu ekibin içinde idim. Ne ben Osman ağabeyin selefi olduğunu bilmez idim, ne de onlar benim İslam İnkılabı taraftarı olduğumu. Birbirimizi çok iyi tanıyorduk. Aynı idealler, ortak hedefler için yapabileceğimiz bir şeyler vardı ve onları paylaşıyorduk.
Bu süreçte hem internet sitesinin kurulması, hem de haftalık bir gazete çıkarılması planlandı. Yayıncılık tecrübemiz cihetiyle, ben de bu yayın çalışması ekibinin başında olacaktım. Gazete için sermaye koyacak kişinin vazgeçmesi üzerine sadece internet sitesi yayına başladı…
Dernek kurulmuştu, fakat genel tabloya “aykırı” oluşundan dolayı bu dernek hem hedef olmuş, hem gözaltına alınmış, hem de yalnızlaştırılmıştı. Ardından Osman ağabeyin cephelere gittiğini öğrenmiş ve bir daha görememiştim…
Kendisinden aldığımız en son haber, bu yiğit, fedakar ve muhlis ağabeyimizin şehadet haberi oldu…
Şimdi burada bazılarının, ileri çıkarak, Suriye konusunda hem karşıt bir tavır sergileyip hem de Osman ağabeyin şehadetini belirtmemizin bir çelişki olduğunu söyleyeceklerini biliyorum…
Burada öncelikle Osman ağabeyin hiçbir dünyevi hesap ve kaygı içinde olmadığını, kendisini İslam davasına ve mazlum Müslümanlara adadığını yakinen bilen bir kardeşi olarak, onun, adandığı idealler uğruna ölümle karşılaşmasının şehadet olduğuna inandığımı belirtmek istiyorum.
Bu vesileyle, Suriye’de rejim karşıtı mücadele sahnesinde yer alan bütün muhlis Müslümanları kendimden ayrı görmediğimi, meseleye makro çerçevede baktığımızda, bu kardeşlerimiz ile taktiksel ve stratejik ihtilaf içinde olduğumuzu belirtiyorum. Eğer bu ihtilafta yanlış yerde duruyorsak, bunu zaman gösterecektir. Samimi, muhlis ve fedakar hiçbir kardeşimin gayretini ve mücadelesini mahkum etme durumunda olmam…
Suriye’ye “cihad” için giden kardeşlerimiz, oradaki Suriyeli İslamcı kardeşlerimiz ile “Özgür Suriye ordusu” diye tanımlanan ABD-İngiliz-Suud ve Katar yapımı paravan yapılanmanın birbiriyle tamamen kan ve doku uyuşmazlığı içinde olduğunu, CIA ve MI6 kontrolündeki Özgür Suriye Ordusu’nun şimdilerde en büyük hedefinin ise “İslamcılar” olduğunu belirtmek istiyorum.
Büyük şeytan Amerika, bir taraftan sınırsız bir şekilde “Özgür Suriye Ordusu”nu askeri, lojistik ve istihbari olarak desteklerken, diğer taraftan da Amerikan emir eri Özgür Suriye Ordusu liderlerine “İslamcılar”ı hedef göstertmeye devam ediyor.
Daha önce el Hayat gazetesine verdiği demeçte, bir sonraki savaşın İslamcılarla olacağını söyleyen Özgür Suriye Ordusu Askeri Konsey Başkanı General Mustafa el Şeyh, Suriye’de İslamcıların gücünün arttığına dikkat çekerek bu “tehlikeli” sürecin kesinlikle önlenmesini söyledi.
Peki, bir taraftan Özgür Suriye Ordusu’nu ülkemizde bayraklaştıran bazı İslamcılarımızın, aynı zamanda Suriye’deki İslamcıların yanında durması yaman bir çelişki değil mi? Özgür Suriye Ordusu’na silah isteyenler, bu silahların yarın İslamcıları yönelmeyeceğini, bir gün bu mermilerin Osman Karahan gibilerin göğsüne boşaltılmayacağını garanti edebilir mi..?
Dürüst olalım…
Dün bize “El Kaide ağzıyla konuşman iyi olmuyor” diyenlerin, belli eylemleri “terör” diye tanımlayanların bugün aynı Müslümanların ardından döktükleri gözyaşları ne kadar sahicedir?
Bir gün gelir, birileri size, Osman Karahan’ın, eylemlerini “terör” olarak tanımladığınız o Müslümanların avukatlığını yaptığını da hatırlatır.
Eğer Karahan’a birileri ağlayacaksa, bırakın da, duruşma salonlarında onun arkasında duran tutsak Müslümanlar ağlasın… Onlara “terörist” deyip bildiri yayınlayanlar değil…
Yalan söylüyorsak, açalım mı sayfaları...?