Kavgamızın Cevahiri

 
Hüseyin Cevahir 1945 yılında Dersim'in Mazgirt ilçesine bağlı Muhundu beldesinin Şöbek köyünde doğdu. Ailesinin ilk çocuğuydu. Daha sonra altı kızkardeşi doğdu.

İlkokulu Muhundu beldesinde okudu, ardından Pülümür'de ortaokula gitti. Ailesi onun fen eğitimi almasını istiyordu. Dersim'deki lisede fen bölümü olmadığı için Erzincan lisesine kaydedildi. Erzincan'da iki yıl otelde kaldı. Otel masrafı yüksekti; son sınıfta bir akrabasının yanında kaldı. 1964 - 65 öğrenim döneminde Çapa tıp Fakültesi'ni kazandı. İstanbul'da yine bir akrabasının yanına yerleşti.

Hüseyin Cevahir'in İstanbul'a geldiği yıllarda 1961 Anayasası ile getirilen hakların elde edilmesi mücadelesi tüm hızıyla sürüyordu. Çapa yılları hakkında çok bilgi yok; ancak o yıllarda Türkiye İşçi Partisi (TİP) Üsküdar ilçe örgütüne üye olmasından belli bir siyasi birikime sahip olduğu anlaşılıyor.

Çapa Tıp'tan SBF'ye geçiş

Türkiye yakın siyasi tarihinde görünür oluşu 1967 yılına denk geliyor. O yıl tıp eğitimini yarıda bırakıp Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne (SBF) kayıt yaptırdı.

Arkadaşlarından Hakkı Zabcı'nın dediği gibi: "Cevahir bir tercihin adıydı. Çapa Tıp'tan SBF'ye kendi tercihiyle geldi. Bilinçli bir gelişti bu. TİP'teki kopuşta, Milli Demokratik Devrim'e (MDD), oradan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'ne (THKP-C) gönüllü olarak yöneldi. Cevahir'i anlamak için Mahir'i anlamak gerekir. Mahir 23 yaşında biat kültürünü yenmiş bir devrimci önder. Kimler yok sosyalist öncülerden o dönemde: M. Ali Aybarlar, Behice Boranlar, Sadun Erenler, Mihri Belliler, Rıza Kauslar... Hepsini by-pass etti. Hüseyin de bu ekolün, Mahir ekolünün bir üyesi. Biat kültürüne başkaldırmış, sosyalizmin özgür öncüsü. Kolay mı biat kültürünü yenmek? Mangal gibi yürek ister, ideolojiye inanç ister. Hüseyin'i böyle anlamak gerekir".

Olgun tavırları nedeniyle "Baba" derlerdi

Hüseyin Cevahir; okuyan, yazan, olgun, ağırbaşlı bir kişiydi. Arkadaşlık ilişkilerinde içtenliği ile tanınıyordu.

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne geldiğinde, yaşı diğer öğrencilerden birkaç yaş büyük olduğu için ve olgun tavırlarından dolayı kendisine "Baba" lakabı verilmişti.

Son eylemlerin tümünde birlikte yer aldıkları arkadaşlarından Oktay Etiman, Cevahir'in kişisel özelliklerini şöyle anlatıyor:

"Cevahir insan olarak yumuşak huylu, esprili, bilgili ve kültürlüydü. Ahmet Arif in 33 Kurşun şiirini çok severdi. Hatta Ahmet Arif’i SBF'ye Ziya Özkan ile birlikte davet ettiler. Ahmet Arif'i ilk kez orada gördüm. Cevahir gülümseyen bir arkadaştı. Kaşlarını hiç çatık görmedim. Tiyatrovari hareketleri olmazdı.

Çünkü o kendine güvenli bir arkadaştı. Rahattı ve yapmacık hareketleri yoktu. Şimdi baktığımda oturmuş bir kişilik görüyorum, insancıl yönleri çok güçlüydü. Eylemler sırasında üzerine düşeni yapmıştır. Son Elrom eyleminde yeşil bir elbise almıştık ona. Çünkü elinde çiçekle gelecekti. Şimdi o hâliyle hatırlıyorum. O yüzden öldüğüne hâlâ inanamıyorum."

Oktay Etiman'ın tanıklığına göre Hüseyin Cevahir, çevresinde sevilen bir kişiydi. Bu görüşünü, "Sevenleri çoktu. Hatta Cevahir öldükten sonra ona sevgi duyanlar bize katıldı" diye belirtiyor.

Cevahir, aynı zamanda kitleler karşısında iyi konuşma yeteneği olan bir kişiydi. Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi o dönemde en nitelikli öğretim üyeleri ve öğrencilerin bulunduğu bir kurumda başkanlık görevine seçilmesi de bu özelliğini kanıtlıyor.

Arkadaşlarından Hakkı Zabcı da, "Egemenlik kültürüne karşı çıkışını yazın hayatında da olgunlaştıran Hüseyin Cevahir, aynı zamanda çok iyi hatipti. Özellikle Anadolu çocukları tarafından çok sevilmesiyle bu özellikleri birleşince, Öğrenci Derneği Başkanlığı'na seçildi. Ama burada asıl söylenmesi gereken şu: Mahir de, Cevahir de söze karşı canlarını ortaya koydular. Hüseyin alçakgönüllü ve sitemsiz, kısa yaşamı sonrası devrimcilerin gönlünde taht kurdu" diye onun bu özelliğini vurguluyor.

Cevahir'in kariyer peşinde koşan biri değil; alçakgönüllü bir sıra neferi olduğunu arkadaşlarından İlhami Aras'ın anısı kanıtlıyor.

"TİP çalışmalarından anımsadığım bir şey var. Yanılmıyorsam TİP kongresiydi. Biz de salonu hazırlıyorduk. Bir ara salon dışında Cevahir bana, 'Şu bayrağı salona asar mısın?' dedi. Ben de bayrağı aldım ve salona yöneldim. Tam merdivenleri çıkarken 'Niçin kendi asmıyor da beni gönderiyor!' diye düşündüm ve geri döndüm. Cevahir'e, 'Sen niye asmıyorsun?' dedim. Çok nazik bir şekilde, 'Az önce işim vardı, şimdi işim bitti ver ben asayım' dedi ve bayrağı alıp salona gitti. Ben çok utanmıştım. Bana çok inceden bir ders vermişti."

"Bizim nam ne olacak ?"

İlhami Aras, Cevahir'in kişisel özellikleri ve espri anlayışı konusunda şu gözlemlerini ekledi:

"Arkadaşlarını hep yüceltirdi. Herkese bir yer kazandırırdı. Ortada bir başarı varsa onu bir arkadaşına yükleyerek onu yüceltmeye çalışırdı.

Aynı zamanda şakacı bir yanı da vardı, içerdeyken ikide bir bana omuz atıp, 'Bizim nam ne olacak?' diye soruyordu. Bulunduğu yeri hemen araştırırdı. Bu şakası da bu özelliğinin bir sonucuydu. Hapiste Niyazi Dayı diye bir adli mahkûm vardı. Onu gösterdi ve 'Bu var ya niye yatıyor biliyor musun?' dedi. Ben de bilmediğimi söyledim. Hemen yaptığı araştırmanın sonucunu aktardı. Ankara'nın bir köyünde kötü bir adam varmış ve herkese zulmediyormuş. Köylü bir gün toplanıp bu adamı öldürmüş. Başı da Niyazi Dayı çekmiş. Gençler de gelmiş ve 'Niyazi Dayı, sen yaşlısın, bırak biz üstlenelim!' demişler. Niyazi Dayı ise 'Tamam da bizim nam ne olacak!' demiş ve gençlerin teklifini kabul etmemiş. Bunun üzerine Niyazi Dayı 23 yıl ceza almış.

Cevahir de bunu öğrenmiş, ikide bir gelip, 'Bizim nam ne olacak?' diye şaka yapıyordu."

İlhami Aras, Cevahir'in arkadaşlarını yücelterek onları yüreklendirmesi konusunda da şu açıklamayı yaptı:

"Mahir ile aramızda bir mesafe vardı. Cevahir de bizim ağırlığı olan arkadaşlarımızdandı. Her şeyden önce güzel konuşurdu. Beni yüceltmek için abartarak anlatırdı. Yoldaşlık böyle bir şey olsa gerek!"

Cevahir'in Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden arkadaşı Nasuh Mitap da onun hakkında benzer değerlendirmelerde bulunuyor:

"Cevahir, yumuşak huylu, aynı zamanda kararlı bir arkadaşımızdı. Sürekli okuyan, araştıran özelliğinin yanında alçakgönüllülüğüyle de dikkat çekerdi."

Hüseyin Cevahir'i yakından tanıyan arkadaşları onun alçakgönüllü, sevecen, iyi konuşan, dost ilişkilerine önem veren, gelişmiş mizah duygusuna sahip, çevresinde sevilen bir kişi olduğu konusunda birleşiyor.

Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) kurucularından Hüseyin Cevahir, 1 Haziran 1971'de, Mahir Çayan'la birlikte Maltepe'de askerlerle girdikleri çatışmada öldürüldü.

Öldürülmesinden sonra Mahir ile Cevahir'in rehin aldığı Sibel Erkan, basında ve kamuoyunda ilgi odağı oldu. Hürriyet gazetesinin 5 Haziran 1971 günkü sayısında, "Yarın Başlıyoruz" duyurusu ile Sibel Erkan'la yapılan ve yedi gün süren bir dizi röportaj yayımlandı.

Sibel Erkan o röportajlarda:

"İlk gün dışarıya karşı beni öldüreceklerini söylerken bana da dönüyor, 'Merak etme Sibel, seni öldürecek değiliz. Bakma onlarla böyle konuşmamıza ama senin sayende biz de kurtulacağız.' diyorlardı" sözleriyle Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir'in kendisine kötü davranmadıklarını belirtiyor.

                                                                                                                                                                                        Bianet

Rıdvan Kaya Taraf'a Neden Konuşmuş ki?

Bugün Taraf gazetesi'ne röportaj veren Özgür-Der başkanı Rıdvan Kaya,  Uludere'nin (Qilaban) Roboski köyünde gerçekleştirilen katliama duyarsız kalan islami kesimin avukatlığını üstlenmiş resmen. İslami camianın, Pkk'nin varlığından dolayı, Tsk-Pkk çatışmasında arada kalıp öldürülen kürtler için duyarsız kaldığını dile getirmiş.

Uzun söyleşide Rıdvan Kaya dişe dokunur hiçbir şey söylemiyor. Neşe Düzel ne diye onunla konuştu ki?

Şu gerçek dışı cümleyi bile kurmuş Rıdvan Bey: "Şükrediyorum ki İslami camia açısından Türk-Kürt diye henüz çok net bir ayırım yok."

Bunu yapma bari Rıdvan kaya.

Senin şimdi başında bulunduğun yapı bile yıllardır Kürt-Türk katmanlarıyla kırılmalar yaşıyor.

Şimdi de Sn. Kaya'nın sarfettiği şu sözlere bakalım: "Eğer Pkk ile Tsk arasında yaşanan çatışmada, hak ihlaline maruz kalan Pkk'lıysa, insanların bu hak ihlalini algılamalarında zorluk çıkıyor. İnsanlar, çatışma süreçlerindeki bu hak ihlallerini dile getirmiyorlar. Yani duyarlılık kürt oldukları için değil, pkk'lı oldukları için azalıyor. ama Uludere böyle bir olay değil. Herkes orada öldürülenlerin geçimlerini sağlamak isteyen normal insanlar olduğunu biliyor."

Burada "insanlar" ve "herkes" kelimeleriyle kastedilen kitle, kürtlere yapılan haksızlıkları anlayamayan İslamcılar oluyor.

Kaldı ki açıkça yalan söylemeye hiç gerek yok; herkes orada öldürülenlerin geçimlerini sağlamak isteyen normal insanlar olduğunu düşünmüyor. Başbakan bile kaçakçıların ellerinde mayın haritaları olduğunu, onların mayın basmadıklarını söylemişti daha birkaç gün önce.

Rıdvan Kaya görmezden geldiği için daha da açalım: başbakan o mazlumların masum olduklarına inanmadığını birkaç kez ima etti. Ki Kürdistan'da mayına basmaktan dolayı bacaklarını kaybeden bir dünya "kaçakçı" var, ben bile tanıyorum; insan hak ve özgürlüklerini korumayı amaçlayan bir derneğin başkanı olan Rıdvan Kaya nasıl tanımaz, bilmez? Belli ki başbakanı aklamak adına gerçeği saptırıyor.

Bu muhafazakârları sözlerinin şefkatiyle sarmalayan Rıdvan Kaya, söyleşinin başında onlar için şunu demiş: "İslam, adalet temelinde oluşmayan bir ortamı asla meşru görmez. Çünkü insanlar, adalet yerine devleti kutsadıkları zaman devletin yaptığı zulümleri, haksızlıkları ve adaletsizliği algılamada zorluk çekiyorlar...

İslam'ın adil olma emri anlaşılamıyor." Aynı paragrafta konuyu, son yazdığı yazıya, f tipi zulmüne getirerek kürt meselesi üzerine olan söyleşiden kaçıyor. Devletin Kürt ve Kürdistan inkârına dayalı tutumunu benimseyen İslamcıları, Neşe Düzel'in açık sorularının sağnağından kaçırmaya çabalıyor. Yaman çelişkiler...

Aynı Rıdvan Kaya, geleneksel devletçi- muhafazakâr- sağcı" anlayışın hak ve adalet temelinde değil de kutuplaşma temelinde davrandığını söyleyebiliyor. İnsan sormadan edemiyor: Rıdvan Bey, siz sağcı müslümanlarla, mesela vakit gasteciği ile taa öteden beri kanka değil misiniz?

Neşe Düzel'in "Uludere konusunda genelde İslami camia ne düşünüyor?" sorusuna karşılık Rıdvan Kaya, "hükümetin tavrının çok yanlış oluğunu, sürecin çok yanlış götürüldüğünü herkes kabul ediyor." diye gene gerçeği kesinlikle yansıtmayan bir karşılık veriyor. Sanki vakit gastesinin kara yazarları, Roboskî'ye akıtılan gözyaşlarını Pkk'ye verilen can suyu olarak değerlendirmiyormuş gibi...

Görmezden geliyor Rıdvan Kaya. zaten söyleşi boyunca katliamın yapıldığı yerin gerçek adı olan "Roboskî"yi anmıyor bile Rıdvan bey, devletin bir ittihatçı subayının belirlediği o iğrenç "Uludere" adını kullanıp duruyor. Artık nasıl bir müslümanlıksa, nasıl bir yabancılaşmaysa bu?


Rıdvan Kaya, Akp'nin Roboskî katliamında zor duruma düşmesine çok üzülmüş olmalı ki hükümete akıl vermeyi de unutmuyor: "hükümet, kim tuzağı kurduysa bunu açığa çıkarmalı. Eğer hükümet tuzağa düştüyse, tuzağa düştüğünü açıklamalı ve bu işten kurtulmalı."

Acıyla gülüyorum. Oh ne güzel! Tuzağa düştüğünü açıklar açıklamaz hükümetin bu işten kurtulacağını bekleyecek kadar da basiretsiz, acımasız, korumacı, devletçi bir yaklaşım bu. Bunu adında "özgür" kelimesi geçen bir derneğin başkanı yapıyor, yazık...

"Türk müslümanlara dönersek... Türk müslümanlar, milliyetçi reflekslerle mi hareket ediyorlar?" sorusuna "ben Arap'ım" diye cevap vermiyor. Türkiye'de islamcıların genel anlamda milliyetçi olduklarını kabul etmek durumunda kalan Rıdvan Kaya, "Türkiye'de müslüman dindarlar milliyetçilikten kurtulabilir mi peki?" sorusuna "kurtulmaları çok zor. ama biz kurtulduk." diye çok rahat bir cevap veriyor.

Oysa eleştirdiği sağcı muhafazakâr İslamcılar, Haksöz dergisi ile ya da Özgür-Der'le dikkate değer bir çatışma yaşamıyorlar.

Konuyla ilgili bütün yazılarının satır aralarında tahammülsüz bir Kürt Hareketi karşıtı olan Rıdvan Kaya, birçok yazısında Kürt Halkına özgürlük isteyen kürtleri, kürtçe eğitim isteyen kürtleri "kürt ulusalcısı" olarak nitelendiriyor.

Kürdistan'a tıpkı kemalistler gibi "doğu" diyor, biz kürtlerin "güney Kürdistan" diye adlandırdığı Irak Kürdistanı'na tıpkı kemalist elitler gibi "Kuzey Irak" diyor. Rıdvan kaya'nın kürt milliyetçileriyle sorunu evet apaçık var. ama "milliyetçi" olduklarını kabul ettiği Türk İslamcılarıyla dişe dokunur bir meselesi yok, Hiçbir zaman da olmadı.

Yani Rıdvan Kaya'nın Türk Milliyetçiliğinden kurtulduğunu söylemesi boş.

Çünkü buna inanmamız için elimizde yeterli delil yok. Tıpkı arap olup da bunu dile getirmeye yanaşmayan, hiçbir talepte bulunmayan, bilakis ılımlı dindar türk devlet iradesini benimseyen diğer islamcı yazarlar olan Ali Bulaç, Beşir Eryarsoy, Ahmet Ağırakça, Yasin Aktay vd. gibi muhafazakâr o da.

Neşe Düzel, Taraf gazetesinin yayın politikası doğrultusunda bir manşetlik söz almış Rıdvan Kaya'nın ağzından: "Rıdvan kaya: peygamber, Uludere için susmazdı."

Rıdvan Kaya ile bu söyleşiyi Yordam dergisi için ben yapsaydım hayal kırıklığına uğrar, şöyle başlık atardım: "Rıdvan Kaya: hükümetimizin suskun kalması yanlış."

Rıdvan Kaya, "İktidarın son zamanlardaki milliyetçi tutumundan rahatsız mısınız?" sorusuna son derece naif cevap verirken, aynı cevabı soruyla ilgisiz bir biçimde Kürt tarafına getiriyor ve son derece sert bir şekilde Kürt siyasetini eleştiriyor. Oysa son dönemde çatışmadan yana bir dilin öne çıkmasında Akp'nin rolü büyük olmadı mı? Akp, provokatif çatışmayı tırmandırıp toplumda korkutucu bir baskı unsuruna dönüşmüyor mu?

Nihai tahlilde neden hep devletten yana Rıdvan Kaya?

"Ermeni tehciri" tamlamasını aynen ittihatçılar gibi kullandıktan sonra ne diye "geleneksel müslümanlık"ı eleştiriyor ki?

O da onların safında işte.

Anlamsızca uzatılan ve manşetinden başka bir şeyi olmayan bu söyleşi metninin son paragrafında Rıdvan Kaya, sözlerine küçük bir ivme kazandırıyor gibi. Ama Kürt meselesini asla ciddiye almadığını hemen belli ediyor. Akp'nin içi boş "milli birlik ve beraberlik" açılımını gereksiz bir iyimserlikle yüceltiyor. Asıl endişesini ise sözlerinin sonuna saklıyor: Kürt Sorununun Akp tarafından çözülmeyeceğine dair Kürt halkında kesinleşmeye başlayan inanç. Öyle anlıyorum ki Rıdvan Kaya'yı korkutan işte tam da bu.

                                                                                                                             Mehmet Sait Çakar / Yordam Dergisi Editörü